Bir varmış, bir yokmuş... Beyaz dantelli, masmavi dalgalarıyla uçsuz bucaksız kumsalı okşayan denizlerden birinde bir istiridye ailesi varmış. Hani yazın deniz kenarında oynarken bulduğumuz, istiridye kabukları var ya, işte o elbiseleri sırtında taşıyan bir aileden söz ediyoruz. Evet ne demiştik bu istiridye ailesi pek kalabalıkmış... Kiminin elbiseleri rengarenk, kiminin ki bembeyazmış. Hepsi birbirlerini pek sever, deniz gibi dünyalarında sevgi içinde yaşarlarmış. Komşuları yengeçlerle, minarelerle, deniz yıldızlarıyla da çok iyi geçinirlermiş. Bazen de yosun ormanlarında piknik yaparlarmış.
Günlerden bir gün, oldukça iri, pembe ışıltılı elbisesiyle gerçekten de çok güzel olan Pembeli’nin etekleri arasına kum tanesi sıkışıvermiş. Pembe istiridye, önce bu minicik kum tanesinden pek rahatsız olmuş. Silkelenmiş, eteklerini açıp kapamış, ama boşuna! Minik kum tanesini bir türlü içinden atamamış. Zaman geçtikçe de acısı azalmış, rahatsızlık duymaz olmuş. Hatta o kum tanesini unutuvermiş bile.
Komşuları Yandanbacak Yengeç Hanımın evine misafirliğe gittiği bir gün, şöyle bir eteklerini savurup, deniz kestanelerinden birinin yanına oturmuş.Oturmuş oturmasına ya, oturmasıyla Yandanbacak Hanımın çığlığı basması bir olmuş.
- AAA! Eteklerinin arasında pırıl pırıl parlayan şey de ne öyle?
Pembelinin yüreği hop oturmuş hop kalkmış! Eteklerini açmış, kapamış. Açmış, kapamış. Derken bir de ne görsün? Kıvrımların arasında pırıl pırıl minicik bir nokta çapkın çapkın göz kırpmıyor mu?
- Ay, Ay, Ay! Sen nerden çıktın böyle? Diye bağırma sırası ona gelmiş bu kez...
Onların bu şamatasına, az ilerde oturan Midye Nine koşmuş.
- Hey... Neler oluyor öyle? Niçin bağrışıp duruyorsunuz?
Yandanbacak Yengeç Hanımla, Pembeli hemen olanları anlatıp, pırıltılı noktayı ona da göstermişler. Ah bir görseniz, Midye Nine ne gülmüş, ne gülmüş.bir yandan da “Sizi gidi cahil çocuklar sizi,” diyormuş. “Bunda korkacak, telaşlanacak ne var? O gördüğünüz şeye İNCİ derler. Pek de kıymetlidir haberiniz olsun. Sakın onu herkese göstereyim deme Pembeli... Hatta saklamaya çalış, yoksa senin için iyi olmaz.”
Sen misin bunu söyleyen? Pembeli zaten kendini beğenmiş ya, bu defa da kibirli olmuş. Çıkmış bir kayanın tepesine kurulmuş. Artık ne kimseyle bir oyun oynuyor, ne de ailesine ev işlerinde yardımcı oluyormuş.
Anlayacağınız, “İNCİLERİM DÖKÜLÜR”diye ödü kopuyormuş. Önce arkadaşları bu işe kızmışlar.onu yeniden aralarına çekmeye çalışmışlar, ama sonunda herkes günlük işlerine dalıp onu unutmuş.
Bu arada Pembeli’nin incisi de her geçen gün biraz daha büyümüş, biraz daha ışıltılar saçar olmuş. Pembeli, incisiyle övünüyormuş ki Midye Nine’nin öğüdünü bile unutmuş. Gelene geçene incisini gösterip duruyormuş. Koca okyanusta, onun incisinin güzelliğini duymayan kalmamış.
Günler günleri kovalamış. Derken bir gün, Pembeli’nin gözleri kuvvetli bir ışıkla kamaşıvermiş. Bir de bakmış ki, o güne kadar hiç görmediği iki yaratık çevresinde yüzüyor. Ellerindeki ışıklı bir cihazı da etrafa tutup duruyor. Pembeli bu, incisini göstermeden durur mu? Hemen elbisesini şöyle bir savurmuş. İnci, kuvvetli ışık altında öyle bir parlamış, öyle bir parlamış ki, nerdeyse etrafını apaydınlık yapmış. Ve pembeli ne olduğunu anlayamadan, bir el uzanıp, onu kayadan koparmış. Kendisi gibi pek çok istiridyenin daha bulunduğu bir torbaya atıvermiş.
Pembeli başına gelenleri anlamış anlamasına ya, artık kurtuluş olmayacağının da farkındaymış. Kendi kendine, “Ah keşke Midye Nine’nin öğüdünü tutsaydım,” diye ağlamaya başlamış. “Çevremdeki dostlarımı kırmasaydım hepsi beni inci avcılarından korurdu.”
Ya işte böyle arkadaşlar... Pembeli incisiyle övündüğüne, dostlarını kırdığına pek pişman olmuş, ama ne demişler, “SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ”.
"alıntı"
Kendini Beğenmiş İstiridye (Hikaye)
Etiketler:craft,eğitim
Türkçe-Dil Etkinlikleri
- 13 Ekim 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder